Thursday, August 24, 2017

Çocuklarda Aşı Takvimi


Çocuklar için Temizlik Alışkanlığı Oluşturmak


Sağlığa zarar verecek ortamlardan korunmak için yapılacak uygulamalar ve alınan temizlik önlemlerinin tümü hijyen olarak tanımlanır.
Başta kişinin kendi sağlığı olmak üzere, başkalarının da sağlığını korumanın en önemli aracı temizliktir. Sadece beden temizliği değil, kullanılan her şeyi ve her ortamı temiz tutmak da temiz olmanın gereğidir.
Çocuklar büyüdükçe hastalıklardan korunmanın yollarını onlara öğretmek gerekir. Çocukta bu alışkanlığın oturması için bu eğitime erken başlanmalıdır.Çocuğun  yaşı ilerledikçe hijyen alışkanlıklarını oturtmak daha zor olur..
Sağlıklı hijyen alışkanlıkları , çocuğu hastalıklara karşı koruyan çok önemli alışkanlıklardır.

Çocukta sağlıklı hijyen alışkanlıklarını nasıl oluşturulur ?

Çocuğun soğuk algınlığı, grip gibi virüslerden korunması için bir rutin oluşturması önemlidir. Bu rutini oluştururken sözlü anlatımların yanında uygulamalı olarak ta göstermek gerekir. Örneğin yemeklerden önce ve sonra ellerin yıkanması, dışarıdan içeri girilince el ve yüzün yıkanması, tuvalet sonrası el yıkama, öksürürken koluyla ağzını kapatması, hasta kişilere mümkün olduğunca yaklaşmaması hem anlatılmalı hem de ebeveyn tarafından gösterilmelidir. 
Bunlar için de el yıkama alışkanlığının özellikle önemli olduğunu vurgulamak gerekir. Sabun kullanılarak yapılan el yıkama alışkanlığı mutlaka teşvik edilmelidir.

Eller nasıl yıkanmalıdır?

  • Akan su altında eller ıslatılmalı 
  • Sabunlanmalı
  • Ellerin bütün yüzeyleri ovalanmalı (en az 20 sn)
  • Sıklıkla unutulan alanlara dikkat etmeli (el sırtı, el ayası, parmak arası)
  • Akan su altında durulanmalı
  • Kağıt havlu-peçete ile kurulanmalı (kurulama mikroorganizma sayısını azaltır)
Temizliğin tam olarak sağlanabilmesi için; elleri yıkarken parmak uçları, tırnaklar, tırnak araları, başparmak ve parmak araları da mutlaka yıkanmalıdır..

Eller ne zaman yıkanmalıdır?

  • Yemeklerden önce ve sonra 
  • Diş, ağız, yüz ve göz temizliği yapmadan önce 
  • Tuvaletten sonra 
  • Kirli, tozlu bir işi tamamladıktan sonra 
  • Dışarıdan eve gelince 
  • Sabah uyanınca, akşam yatmadan önce 
  • Ellerimi kirli gördüğümüz her durumda
Tırnakların da düzenli olarak temizlenmesi gerekir. Tırnaklar yenmemeli ve koparılmamalıdır. Haftada bir yarım ay biçiminde kesilmelidir.

Diş sağlığı ve bakımı:

Süt dişlerine sahip olan çocukların öğrenmesi gereken kişisel temizlik uygulamalarından biri de diş fırçalama alışkanlığıdır. Diş fırçalama eğitimi ailede başlar.nne babanın, çocuklarına örnek olması açısından özellikle 2 yaş ve üstü çocuklarda diş fırçalama denemelerine çocuklarla birlikte başlamaları gerekmektedir. Küçük yaşlarda diş fırçalama alışkanlığı edinen çocukların yetişkinlik döneminde çürük ve diğer diş hastalıklarına yakalanma riski azalmaktadır. Çocukların ilk süt dişleri çıktıktan sonra herhangi bir sorun olmasa bile  düzenli olarak 6 ayda bir diş hekimi kontrolüne götürülmelidir.
Günde en az 2 kez çocuğun yaşına uygun diş fırçasına onlara uygun macun 3-4 yaşından itibaren, nohut büyüklüğünde sürülür ve 2 dakika boyunca fırçalama işlemi yapılır. Diş fırçasının çocuğa özel olması ve 3 ayda bir yenilenmesi gerekir. Diş fırçası seçimini çocukla birlikte yapmak diş temizliği eğitimine katkı sağlar.
Diş temizliğinin yanı sıra dişlere zarar veren asitli, şekerli yiyecekler konusunda da onları bilgilendirmek gerekir.

Yüz temizliği:

Sabah uyandıktan sonra ve akşam yatmadan önce yüzünü yıkaması gerektiği hatırlatılmalıdır. Sabun ile yıkamada kullanılan sabunun cildi kurutmayan özellikte olması gerekir.

Burun temizliği :

Gece yatmadan önce ve her sabah uyandığında  bol su ile ve sümkürerek yapılmalıdır. Burnu karıştırmak, burunda bulunan pek çok mikrobun ellere ve el yolu ile de ağız ve sindirim sistemine bulaştırılmasına ve yine bu yolla da bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle burun temizliği için kişi yanında temiz bir mendili her zaman bulundurmalıdır.

Vücut temizliği:

Deri yüzeyinde biriken mikroorganizmaların, kirlerin, ter ve diğer bileşiklerin uzaklaştırılması ve dökülen yüzeysel kirlerin atılması için su ve sabun kullanılarak banyo yapılması gerekmektedir. Banyo yaparak hem bedensel temizlik sağlanır, hem de ruhsal bir rahatlama olur.
Evde banyo yaparken hijyen kurallarına uyulmalı, kullanılan sabun, lif ve keseler kişisel olmalıdır. Duş tarzında ya da su dökerek yıkanmak, küveti doldurarak yıkanmaktan daha sağlıklıdır.

Ayak temizliği ve bakımı: 


Ayaklar her gün çorap ve ayakkabı içinde terlediğinden, her akşam yıkanmalıdır. Ayaklar iyi temizlenmediğinde, mantar hastalığı yanı sıra çeşitli alerjik ve diğer enfeksiyon hastalıkları da oluşabilmektedir.
Çoraplar her gün değiştirilmeli ve pamuklu çoraplar tercih edilmelidir.
Ayak tırnaklarının bakımı da düzenli olarak yapılmalı ve düz biçimde kesilmelidir. Ayak tırnakları yarım ay şeklinde kesilirse, tırnak batması gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

Tuvalet alışkanlığı ve temizliği: 


Düzenli tuvalet alışkanlığı, sindirim sisteminin düzgün çalışması için gereklidir. Bu nedenle günün uygun saatlerinde tuvalet alışkanlığı kazanılmalıdır.
Tuvaletten sonra mutlaka temizlik yapılmalıdır. Tuvalet temizliğinde mümkünse su, tuvalet kağıdı kullanılmalı ve anal bölge temizliği için yapılan silme ya da yıkama işlemi önden arkaya doğru yapılmalıdır.
Ortak kullanılan tuvaletlerden alafranga olanlar kullanılacaksa, kullanmadan önce sifon çekilmeli, oturma yeri için kişisel örtüler kullanılmalıdır.
Tuvalet temizliğine yeterli önem gösterilmezse paraziter ve mikrobik barsak hastalıklarının önlenmesi imkansızdır.

Çevre Temizliği :

Çocuğun yaşadığı ve oyun oynadığı yerin temiz tutulması onu sağlıklı kılan başlıca etkenlerdendir. Kendi çevresini temiz tutabilen bir çocuk sorumluluk almayı bilir. Onlara kendi çevresi kadar doğayı, kenti, okulunu da temiz tutmayı öğretmeli.

Öksürürken ve hapşırırken ağzını, koluyla kapamasını öğrenmesi de iyi bir hijyen alışkanlığıdır. İnsanların çoğu öksürürken ağızlarını elleriyle kaparlar. Ağzı elle kapamak da sağlıklı olmayan bir alışkanlıktır. Çünkü el vasıtasıyla birçok mikrop başka insanlara bulaşabilir.

Çocuklara burunlarını silerken kağıt peçete kullanmalarını da öğretmek gerekir. Bunun en iyi yolu da ebeveynlerin bunu kendilerini uygulamaları ve çocuklarını da bu konuda teşvik etmeleridir.


Velhasıl temizlik kurallarını önce kendimiz uygulamalı e bu yolla onlara örnek olmalıyız. Çocuklar sözden ziyade davranışlardan etkilenirler.

Sağlam Çocuk Takibi Ne Sıklıkta Yapılmalıdır?


Bu süre büyümenin hızlı olduğu dönemlerde daha sık olmakla  birlikte, aşının olup olmaması ve özel/ailevi sorunların olup olmamasına göre değişebilir.
 Özel bir durum olmadığı sürece sağlam çocuk izlem programı:
·         Doğum anı ve doğumdan hemen sonrası
·         Ilk 48 saat
·         2.hafta
·         41.gün
·         2.ay
·         İlk 6 ayda takipler 1 ay arayla
·         6-12  ay arası 2-3 ayda bir
·         1-2 yaş arası 3 ayda bir
·         2-6 yaş arası 6 ayda bir
·         6 yaştan sonra da yılda bir olarak devam edilmektedir.

Doğumdan sonra 3-5.günler arası ya da taburculuktan 48- 72 saat sonra beslenmenin değerlendirilmesi ve sarılık gelişip gelişmediğinin gözlemlenmesi için kontrole çağırmak uygun olur. Anne sütü ile beslenmenin desteklenmesi ve büyümenin en hızlı olduğu dönem  olması nedeniyle ilk  ayda, ayda bir görülmelidir.
Çocuk sağlılğı izleminde yapılması gereken sağlığın geliştirilmesi, hastalıkların önlenmesi varsa tanısının konması ve ileriye yönelik rehberlik olmalıdır.
Sorunların tanınmasında iyi bir öykü son derece değerlidir.Çocuk sağlığı izlemleri yeterli  zaman ayırarak yapılmalıdır.
Özellikle yabancıları yadırgayan, doktordan korkabilecek yaştaki küçük çocuklar odaya girer girmez hemen muayene edilmemelidir. Bu sayede çocuğun doktora ve ortama mümkün olduğunca alışmasına imkan verilmelidir.
Anne-baba ile görüşürken, çocuğun aile bireylerinden birinin kucağında biraz oturması beklenebilir, ideali yaşı uygunsa doktorun odasındaki bir oyun alanında çocuğun vakit geçirmesidir. 
Doktor çocuğa mutlaka özel ilgi göstermeli, onun göz hizasına inerek iletişim kurmalıdır, 2 yaşın üzerindeki çocuklara kendi adıyla hitap ederek ona bir birey olduğunu hissettirmelidir.


Thursday, August 10, 2017

Vücudumuzdaki faydalı mikroplar: Probiyotikler

Nis 7, 2013

Editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’la yaptığımız beslenme sohbetleri devam ediyor. Bu seferki konumuz son yıllarda yeni yeni duyduğumuz probiyotikler. Mikrobun da faydalısı mı olur diye merak ediyorsanız, bu yazı tam sizin için.
Hocam medyada son yılarda probiyotik kelimesini çok duyar olduk. Probiyotik ne demek? Hangi yönleri ile sağlığımız için faydalı?
Yeterli miktarda yenildiğinde insan ya da hayvan sağlığını olumlu yönde etkileyen mikroorganizmalara probiyotik (faydalı mikrop) deniyor. Yeni yeni telaffuz edilmeye başlandı ama aslında probiyotiklerin tarihi çok eskilere dayanmakta. Örneğin Kitab-ı Mukaddes’in Farsça bir versiyonunda Hazreti İbrahim’in uzun yaşaması (yüzlerce yıl!) fazla miktarda fermente süt ürünleri (yoğurt, kefir, kesilmiş süt, vb.) yemesine bağlanmış (Genesis- Yaradılış- Tekvin18:8). 1500’lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman müzmin bağırsak enfeksiyonuna yakalanan dostu Fransa Kralı I. François’ya bir yoğurtçu göndererek tedavi ettirmiş (1).
Avrupalılar bundan önce yoğurdu hiç bilmiyorlar mıydı?
100 yıl öncesine kadar Avrupalılar yoğurt bilmezlerdi. Bakın nasıl başladılar yoğurt işine. Zamanında padişahın hekimliğini de yapan Dr. İzak Karasu (Isaac Caraso) Birinci Dünya Savaşı’nda o zaman bir Osmanlı kenti olan Selanik’ten Barselona’ya göç etti. O sırada İspanya çok yoksuldu. Açlık diz boyu idi. Tam da o günlerde Barselona’da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak verdi.
Ama diğer doktorlar gibi Caraso’nun elinden de pek bir şey gelmiyordu. O sıralarda çocuklarda serum tedavisi diye bir şey yoktu. On binlerce çocuk ölmeye başlamıştı. Dr. Caraso kara kara düşünürken birden Selanik’teki kadınların ishalli çocuklara yoğurt vererek iyileştirdiklerini hatırladı.
Yoğurdun nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, birkaç çiftlikten topladığı sütle evinin bodrumunda yoğurt imalatına girişti. O da Selanikli kadınların yaptığının aynısını yaptı. Günde üç öğün birer kase yoğurt yediriyordu ishalli çocuğa ve hastaların çoğu birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yıl: 1919. Bu doktor daha sonra Danone yoğurtlarının kurucusu olacaktı.
Yoğurt, içerdiği faydalı mikropların ishal yapan zararlı mikropların üremesini durdurması ve iyi bir besin olması nedeni ile ishali tedavi etmişti.
Aslında probiyotiklerin kaşifi 1912 Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan Rus bilim adamı Élie Metchnikoff’tur. Metchnikoff yoğurt, kefir ve peynir gibi süt ürünlerinde bulunan asit yapan mikroorganizmaların bağırsaktaki hastalık yapan mikroorganizmaları nötralize ettiğini saptamış. Metchnikoff Bulgaristan ve Kafkasya’da yaşayan insanların uzun ömürlü olmalarını probiyotiklerden zengin gıdaların fazla tüketilmesiyle açıklamış .
En az yoğurt kadar zengin bir probiyotik kaynağı olan kefirin anavatanının da Bulgaristan gibi Doğu Avrupa ülkeleri değil, Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu Orta Asya olduğu birçok uzman tarafından kabul edilen bir görüş. Ama Orta Asya Türklerinin hala büyük ölçüde kefir tüketmelerine rağmen Anadolu’ya göç eden Türklerde bu adetin kaybolması da anlaşılır bir durum değil.
Probiyotikler nasıl etki ediyor?
Erişkin bir insan bağırsağında 100 trilyon (1,5 kg) faydalı bakteri ve mantar bulunuyor. Bu rakam insan hücre sayısının yaklaşık 10 katı kadar. 400’ün üzerinde çeşidi olan bu bakteriler ve mantarlar normal bağırsak florasını oluşturuyorlar.
Normal insan bağırsağında zararlı pamukçuk mantarı ve klostridyum bakterileri gibi zararlı mikroplar da var. Ama bütün mikropların içinde oranları yüzde 10’u geçmiyor. Faydalı mikroplar bunlara göz açtırmıyor; yani hastalık yapmasına izin vermiyorlar. Fakat probiyotikten fakir gıdalarla beslendiğinizde bu mikroplar dizginlenemiyor ve aşırı ürüyorlar. Fakat teşhis edilmelerini kolaylaştıran bariz bir belirtiye neden olmuyorlar ve düşük zeminli kronik bir enfeksiyona yol açıyorlar.
Probiyotiklerin en önemli görevlerinin başında yiyeceklerin hazmını kolaylaştıran enzimleri salgılamak geliyor. Ev yoğurdu ve kefir gibi probiyotik gıdaları az tüketen erişkin nüfusta hazımsızlık çok yaygın. Son yıllarda biliyorsunuz artık milli yiyeceğimiz olan en önemli probiyotik kaynağımız olan yoğurtlar artık ekşimiyor.
Daha iyi değil mi? yoğurt hem tatlı kalıyor uzun süre dayanıyor.
Ekşimeyen yoğurtlarda probiyotiklerin üremesi durduruluyor.
Nasıl yapıyorlar bunu, antibiyotiklerle mi?
Hayır bildiğimiz anlamda antibiyotik ilaçlar kullanılmıyor (zaten kullanılsa yoğurt mayalanamazdı). Sütün UHT teknolojisiyle 135oC sıcaklıkta ısıtılması canlı her şeyi yok eder. Binlerce ton basınçla homojenize edilmesi ve UHT ile ısıtılması ile süte normal şartlar altında asla kabul etmeyeceği” bir enerji veriliyor. Bu durumda süt verilen enerjiyi “koru’n’mak” amacıyla bünyesine katıyor (soğuruyor); sonuçta “entalpi” yani kullanılamayan enerji artıyor. Bunu da ancak sahip olduğu proteinlerin (ve diğer unsurların) yapılarını “doğada var olmayan” şekillere değiştirerek sağlayabiliyor (önce denatürasyon, sonra misnatürasyon, yanlış katlanmalar, ‘misfolding’, çapraz bağlanmaklar vb.) (3).
Benzer şekilde, basınç altında “buruşan ya da ‘doğa dışı’ birleşmelere giden moleküller” fermantasyonun alt basamaklarında kullanılamıyorlar (4). Bu nedenle fermantasyon devam edemiyor. Probiyotiklerin üremesi duruyor. Sonuçta UHT süt ve homojenize yoğurt (ve olasılıkla UHT meyve suları) ekşimiyor, daha doğrusu ekşiyemiyor, ancak küflenebiliyor (başka bir “geri döndürme” biçimi!).
Siz romatoid artrit ve sedef hastalığı gibi birçok romatizmal hastalığın; otizm ve mültipl skleroz gibi nöropsikiatrik hastalığın altında bağırsak florası yetersizliğinin olduğunu söylüyorsunuz. Bu nasıl gerçekleşiyor?
Probiyotik mikroplar 300 metrekare büyüklüğünde bir yüzey (tenis alanı kadar) oluşturan bağırsak yüzeyini koruyucu bir tabaka şeklinde döşüyorlar. Normalde bağırsak hücreleri bağırsaktaki her maddenin (özellikle sindirilmemiş gıdalar ve toksik maddeler) kana geçişine izin vermiyor; yani bir güvenlik duvarı oluşturuyor. Buna bağırsak sızdırmazlığı deniyor.
Bağırsak sızdırmazlığının korunmasında en önemli pay probiyotiklerde. Probiyotikler sayı üstünlükleri ile patojen mikropları kovarak bağırsak duvarına yapışmasını engelliyorlar.
Patojen (hastalık yapan) mikroplar üstünlüğü ele geçirirlerse (disbiyoz) bağırsak duvarını tahrip ediyorlar ve buna bağlı olarak bağırsağın hücrelerinin arası açılıyor, geçirgenliği artıyor.
Bu zararlı maddeler kana geçtiğinde bağışıklık sistemimiz ‘düşman geldi’ alarmını alıyor ve düşmana saldırmaya başlıyor. Mesela alerjiler bu şekilde oluşuyor. İyi sindirilmemiş bir protein parçası kana geçiyor, bağışıklık sistemi daha önce tanımadığı bu maddeyi yok etmeye çalışıyor. Bu çok akut ise kurdeşen gibi bir hastalık, daha yavaş ise mültipl skleroz ya da tip I diyabet gibi bir hastalık olabiliyor.
Bağışıklık sistemimizin bizi koruması çok doğal ama düşman saldırısının bir türlü sonu gelmiyorsa o da karşı saldırısını durduramıyor. İltihap artıyor, aşırı uyarılan bağışıklık sistemi moleküler benzerlik nedeni ile kendi dokularını da düşman dokulara benzeterek onları da tahrip etmeye başlıyor. Sonuçta iltihap bir türlü dizginlenemiyor.
Probiyotikler birçok hastalığın tedavisinde ya da birçok hastalıktan korunmada faydalı: Egzama, tip 1 diyabet, haşimoto tiroidit, ülseröz kolit, romatoid artrit, sedef hastalığı, astım ve diğer alerjik hastalıklar, kanserler, yaşlanma, depresyon, ishal, kabızlık, idrar yolu iltihapları gibi. Hipokrat’ın “Bütün hastalıklar bağırsakta başlar” sözündeki haklılık payı çok büyük olsa gerek.
Bağırsaklarımızın düzgün çalışmasının bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum. Gaz, şişkinlik gibi problemleri biraz fazla hafife alıyoruz galiba. Sağlıklı, normal bağırsak florasına nasıl sahip olabiliriz?
Anne karnında bir bebeğin bağırsaklarında faydalı ya da zararlı hiçbir mikrop bulunmaz. Bebek doğum sırasında vajinadan gelen probiyotikler (laktobasiller ve bifidobakteriler) ile karşılaşır. Birkaç gün içinde de normal flora gelişmeye başlar.
Son yıllarda tamamen duygusal (!) nedenlerle sezaryen doğumlarda bir patlama oldu. Yabani hayatta sezaryen gereksinimi yoktur. İnsanlar doğal ortamlarından uzaklaşıp kötü beslendikçe çatıları daralmış ve bazı doğumlarda (yüzde 10 kadarında) sezaryen zorunlu olmuştur. Günümüzde ülkemizdeki doğumların yüzde 40-50’si sezaryen ile oluyor. Bazı özel hastanelerde yıllardır normal doğum yapılmıyor.
Peki diyeceksiniz ki sezaryen doğum olsa ne olur? Üstelik ne hekim, ne de aile saatlerce doğumun olmasını beklemiyor, doğumlar gece değil gündüz oluyor, hafta sonu olup tatilinizi bozmuyor, anne ağrı çekmiyor. Hekim ve hastane daha fazla para alıyor, ama çocuğunuz için feda olsun!
Ama kazın ayağı öyle değil. Bebek anne karnındayken bağırsağında hiç probiyotik olmaz. Normal doğumda bebek annenin haznesinden geçerken tanışır faydalı mikroplarla. Anne sütünün de etkisiyle birkaç gün içinde sağlıklı bağırsak florası oluşur. Eğer bebek sezaryen ile doğmuşsa dış ortamda bulunan mikroplar ile karşılaşır (hastane florası) ve bağırsaklarında normal flora oluşamaz. Doğum sonrası ilk kolonize olan floradan sağlıklı floraya geçiş, uygun beslenme ortamı yaratılsa bile oldukça zor.
Beslenme ile normal bağırsak florasına kavuşmak mümkün mü?
Karbohidrattan zengin rafine gıdaların aşırı tüketimi, geleneksel fermente gıdaların az tüketilmesi, çeşitli toksinler, antibiyotikler ve sezaryen doğumlar bağırsak florasının bozulmasının başlıca nedenleri arasında.
Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et, yumurta ve fermantasyon ürünleri (turşu, yoğurt, peynir, şarap, boza, sirke, tuzlama yiyecekler, bira mayası) gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet bağırsak florasının koruyuculuğunu artırıyor.
Probiyotiklerin en önemli görevlerinin başında yiyeceklerin hazmını kolaylaştıran enzimleri salgılamak geliyor biliyorsunuz; az önce anlattım. Faydalı Yağlar, proteinler ve şekerler yeteri kadar parçalanamazlar. Bunun sonucunda birçok vitamin, mineral, amino asit ve diğer besin unsurlarının emilimi azalır. Dışkı yağlı, gazlı ve pis kokulu çıkar; karın ağrısı. Emilemeyen besinler ve yan ürünleri hastalık mikroorganizmaların üremesini artırır. Pankreas preparatları (Creon®) ve probiyotiklerin oluşturduğu enzimler ile sindirim ve emilim bozuklukları azaltılabilir.
Bağırsak florası bozulduğu zaman (disbiyozis) normal bir kişinin bağırsağında, az sayıda olduğu için hastalık yapma yeteneği (patojenitesi) körelen kötü mikroorganizmaların sayısı artar ve hastalık yapmaya başlarlar. Bunların en önemlileri pamukçuk mantarı (Candida) ve Clostridium bakterileridir. Dizbiyozis sırasında ayrıca Blastocystis, Klebsiella, Bacillus türleri, ve Staphylococcus aureus, vb. patojen mikroorganizmalar da hastalık yapabilirler. Zararlı bakteri ve mantarların çıkardığı toksinler otistik ve diğer hastalarda mental fonksiyon ve davranışlarda bozukluklara (dalgınlık, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, letarji, başağrısı, depresyon, huzursuzluk ve saldırganlık gibi belirtiler) yol açabiliyor.
Bağırsak flora taraması testleri ile bu zararlı mikroplar saptanabiliyor. Ama maalesef bu test çok az sayıdaki özel laboratuarlar dışında yapılmıyor. Çünkü yeterli talep yok. Tabii bunun en önemli nedeni hekimlerin çok büyük bir çoğunluğunun bağırsak flora bozuklukları hakkında neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmaması.
Bu zararlı mikropları antibiyotiklerle tedavi etmek gerekiyor mu?
İyi bir diyet tedavisine rağmen bağırsaktaki mantar ve bakteriler hala kontrol altına alınamayabilirler. Bu durumda mantar (nistatin, triflucan, nizoral, ketokonosal) ve bakterilere (metronidazol, vankomisin) karşı antimikrobik tedavi uygulanmalı. Belki de bu antibiyotiklerden önce doğal mantar ilaçları denenmeli. Flora bozukluğunda en çok öne çıkan zararlı pamukçuk mantarı (kandida) ve bu doğal gıdalar da daha çok kandidalara etkili.
Doğal mantar ilaçları olarak neler kullanılabilir?
Bu doğal yiyeceklerin başında sarımsak geliyor. Günde en az 2-4 diş kullanılmalı. Sarımsak tabletleri kullanılabilirse de doğal olan daha çok tercih edilmeli. Diğer doğal mantar ilaçları arasında zeytin yaprağı hülasası (3x500mg), çekilmiş kara üzüm çekirdeği (2×1-2 çay kaşığı), kaprilik asit (3x300mg) sayılabilir. Biyotin isimli vitamin (ki bağırsaktaki iyi bakteriler tarafından da üretilebilirler) mantarların maya şeklinden istilacı şekillere dönmesini engelliyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, bağırsak florası bozuk olan kişilerde seç dökülmesinin en önemli nedeni biyotin eksikliğidir.
EK 1: Kefir nasıl yapılır?
1.   Kefir yapılışında kullanılan süt kaynatılır ve metal olmayan (tercihen cam) bir kap içinde ılıtılır (süt temiz ise kaynatılmayabilir).
Üzerindeki kaymak tabakası alınır ve 1 çorba kaşığı kadar kefir mayası atılır ve süt iyice karıştırılır.
2.   Kabın kapağı kapatılır ve süt 20-25 C ‘de kalacak şekilde kap bir yere bırakılır. Mayalanacak kap soba ya da kalorifer yakınına getirilir. Çevre ısısı düşük ise kabın etrafı bezle sarılır. Kabın 20-30°C’lerde olması sağlanır.
3.   Kap içindeki süt normal olarak 18-24 saat sonra pıhtılaşır. Maya miktarı düşük ve ortam soğuk ise pıhtılaşma gecikir. Mayalanmış süt madeni olmayan bir tel süzgeçten ya da tülbentten süzülür. Süzgeç üzerinde kalan taneler tekrar maya olarak kullanılır.
4.   Kefir mayası (taneleri) hemen kullanılmayacaksa ağzı kapalı bir cam kavanoz içinde buzdolabında saklanır. Bazıları kefir tanelerini saklamadan önce yıkarlar.
5.   Eğer yıkama yapacaksanız kefir tanelerinin zarar görmemesi için klorsuz su kullanın. Saklanmak istendiği zaman taneleri örtecek kadar bardağa su koymak gerekir.

EK-2. Probiyotiklerin görevleri

· Bağışıklık sistemini güçlendirmek.

· Yiyeceklerin hazmını kalaylaştırmak.

· Vitaminlerin (K vit, biyotin, B12, niasin vb) sentezini yapmak.

· Bağırsak duvarını zararlı maddelerden korumak ve bağırsak geçirgenliğini azaltmak.

· Toksinlerin kan dolaşımına geçmesini engellemek.

· Besin alerjilerini ve ekzemayı önlemek.

· Kronik enflamatuvar (iltihabi) hastalıkların oluşumunu engellemek.

· Kanseri önlemek.

· Yaşlanmayı yavaşlatmak.

· Depresyonu hafifletmek.

· Otizm bulgularını hafifletmek.

· İshali önlemek ve tedavi etmek.

· İdrar yolu iltihaplarını önlemek.

· Kabızlığı tedavi etmek.

· Böbrek taşlarının (okzalat) oluşumunu azaltmak.

· Otoimmün hastalıklardan korumak

www.beslenmebulteni.com dan alınmıştır.

Çocuklarda Enfeksiyon Döneminde Beslenme Nasıl Olmalı?



Beslenme bağışıklık sistemini doğrudan etkiler. 
Bazı besin öğelerinin sınırda yetersizlikleri durumunda bile, bağışıklık sistemi işlevleri baskılanır ve enfeksiyon riski artar. Enfeksiyonlar sırasında gelişen metabolik hız artışı, besinlerin dağılımındaki değişiklik, enflamatuar (iltihabi) ve immün (bağışık) cevabın uyarılması besin öğesi gereksinimlerini arttırır.

Vücudun enfeksiyonlara karşı direnci çok sayıda faktöre bağlıdır.
Rafine şeker ve un tüketiminin artması, besin ve diğer maddelere karşı alerjiler, aşırı alkol tüketimi, stres ve az spor yapma gibi faktörler immün sistemi zayıflatarak enfeksiyon eğilimini artırırlar.

Bütün bu faktörlerin yanında immün fonksiyonların idamesini sağlayan vitamin, mineral ve diğer makro ve mikro besin maddelerinin yetersizlikleri de enfeksiyonlara karşı duyarlılığı arttırmaktadırlar.

Başta A ve C vitaminleri olmak üzere  probiyotikler, selenyum, çinko ve mülti vitamin-mineral preparatları enfeksiyonlara karşı kesin ya da kısmi yararı gösterilen besin destekleridir. Bunlar içinde en çalışma yapılanların başında A ve C vitaminleri gelmektedir.

A vitamini:
A vitamini immün sistemi uyararak solunum ve mide-barsak sümüksü zarlarını mikroorganizmaların istilasına karşı  korur. A vitamininin enfeksiyonlara karşı olan bu olumlu etkileri daha çok A vitamini yetersizliğinin olduğu hastalara kendini göstermektedir. Diyetinde yeterli A vitamini olan kişilere A vitamin takviyesi yapmanın etkisi ya çok azdır ya da yoktur; hatta doz biraz aşarsa tehlike de yaratabilir.
Ayrıca A vitamini takviyesi yararı sadece ishal, kızamık ve tüberkuloz gibi enfeksiyonlarda görülmekte, örneğin pnömonilerde böyle bir etki görülmemektedir. 
Bu nedenle diyetsel eksiklik düşünülmeyen ve malabsorpsiyonu olmayan kişilere proflaktik(koruyucu olarak) A vitamini vermek gereksizdir.

C Vitamini (askorbik asit):
C Vitamininin enfeksiyon (bulaş) ve enflamasyon (iltihap) üzerine olan etkileri şunlardır;

1. Fagositozu artırmak
2. İmmünglobulin sentezini (IgG, IgM) artırmak
3. Kompleman sentezini artırmak
4. Interferon sentezini artırmak
5, Antienflamatuvar prostaglandinlerin PGE1 ve PGE3  etkisini artırmak
6. Serbest oksijen radikallerini temizlemek

Lökositlerin bakteri,  virüs ve kanser hücrelerini fagosite etmesi (yutması) için kandaki düzeyin 50 katı C vitaminine ihtiyaçları vardır. 

Enfeksiyon sırasında şekerli bir gıda alınması C vitamininin lökosit içine girmesini azaltır. Çünkü  glükoz, benzer moleküle sahip olduğu için askorbik asit ile yarışır. Böylece fagositoz endeksi düşer.

C vitamininin etkisinin en iyi görüldüğü enfeksiyonlar viral olanlardır. 

Yapılan 38 çalışmanın 37’sinde C vitamininin (0.5-2g/gün) üst solunum yolu enfeksiyonuna karşı koruyucu olduğu görülmüştür.

Akut enfeksiyonda, iki Nobel kazanmış tek bilim adamı olan Prof. Dr. Linus Pauling’in reçetesi, semptomlar hafifleyinceye kadar saatte bir 1 gram ya da üstünde C vitamini almaktır.
 Daha düşük dozların ağır enfeksiyonlardaki etkisi fazla değildir

 Bu sırada şekerli bir gıda, antibiyotik (nonbakteriyel bir hastalıksa), vazokonstriktör burun damlası, antihistaminik ve dekonjestan alınması ise mevcut hastalığın şiddetini artırır ve süresini uzatır.

Eski yıllarda yüksek doz C vitamini (>10 g/gün) ile akut viral hepatit ve viral pnömoni gibi birçok viral hastalık başarıyla tedavi edilmiştir.

30’lu ve 40’lı yıllarda yüksek doz C vitamini kullanılarak başarılı poliomiyelit(çocuk felci) tedavileri yapılmıştır.

Probiyotikler:
Probiyotikler antienfeksiyöz özelliklerini aşağıdaki mekanizmalar ile sağlarlar;
a) pH’nın düşürülmesi
b) Salgıladıkları H2O2, mikrosin ve bakteriyosinlerin bakterileri etkisizleştirmesi
c) Hastalık yapan bakterilerin mukozaya yapışmasının engellenmesi (yarışmalı inhibisyon).
Yapılan çok sayıda çalışma probiyotik yiyeceklerin ishal tedavisinde son derece başarılı olduğunu göstermiştir. 
Geleneksel halk tıbbında ishalli kişilere yoğurt verilmesi yaygın bir uygulamadır. Probiyotikler virüs ishallerinde daha etkili olmakta, dizanteri şeklinde ishalleri ise fazla etkilememektedir.

Bunun dışında probiyotikler antibiyotik ishallerinin önlenmesi ve tedavisinde de oldukça başarılıdırlar. Ayrıca probiyotikler genital ve üriner (idrar) sistem enfeksiyonlarını da azaltırlar.

Probiyotikler antimirobiyal özellikleri yanında çeşitli vitaminlerin (K, tiamin, biyotin, B12, niasin vb) sentezini de yapmaktadırlar.

Demir:
Demirin enfeksiyonlarla olan ilişkisi en az 30-40 yıldır bilinmektedir. 
Fazla demir verildiğinde vücudun normal antibakterial mekanizmaları bozulmaktadır.
 Demir bağlayıcıları bakteriyel, paraziter ve viral infeksiyonlarla  mücadelede oldukça etkilidir.

Çinko:
Çinko üç yüzden fazla enzimin koenzimidir.
 Çinko yetersizliği immün fonksiyonları bozmakta ve çinko takviyesi sağlıklı kişilerde immün fonksiyonları güçlendirmektedir.
Az gelişmiş ülkelerin gastroenteritli (ishal) çocuklarında yapılan araştırmalarda çinko takviyesinin ishal sayısı, süresi ve şiddetini azalttığı saptanmıştır.
tuberkulozlu hastalarda da yaygın çinko eksikliği saptanmıştır.
Çinkonun soğuk algınlığı tedavisinde de yararlı olduğu gösterilmiştir.

Multi vitamin-mineral preparatları:
Gelişmiş ülkelerdeki insanların %20-30 kadarı sağlık durumlarını üst seviyelere çıkartmak için mülti vitamin-mineral preparatları kullanmaktadırlar. 
Multi vitamin-mineral preparatlarının enfeksiyonlara karşı koruyucu olması konusu tartışmalıdır.

Selenyum:
Selenyum bağışıklık sisteminin fonksiyonu için gerekli bir eser elementtir.
Selenyum verilen prematüre bebeklerin verilmeyenlerden daha az hastane enfeksiyonu geçirdiği gösterilmiştir.
Selenyum düşüklüğü olan kişilere selenyum takviyesi yapıldığında viral hepatit sıklığı azalmıştır .

Kolesterol:
Kolesterol hücre zarında yapıtaşı olarak bulunan yağların  yaklaşık %30’unu oluşturur.
Bütün hücrelerin yapısında kolesterol bulunmak zorundadır. 
Kolesterolün moleküler yapısı suda erimesini imkansızlaştırır. 
Hücre duvarlarında bulunan su geçirmez özellikteki kolesterol, hücre iç ortamını dış etkilerden korur. 
En çok kolesterol dış etkilerden en az etkilenmesi gereken sinir dokusunda bulunur. Kolesterol hücre zarının akışkanlığını sağlar.

Kolesterol sitotoksik (hücre zehirleyici) T-lenfositleri uyararak mikropların öldürülmesine yardımcı olur. 
Kolesterol hücre zarında bulunan enzimler ve diğer maddeler aracılığı ile akyuvarların fagositozunu sağlar.

Çok sayıda laboratuar çalışmasında lipid ve kolesterol eksikliğinin bulaşıcı hastalıkların şiddetini artırdığı saptanmıştır.

19 çalışma ve 68 406 ölümü içeren bir meta-analiz incelemesinde görülmüştür ki kan kolesterol düzeyi azaldıkça solunum ve mide-bağırsak hastalıklarından (özellikle bulaşıcı olanlar) ölüm artmaktadır.

Ailevi hiperkolesterolemisi olan kişilerde de enfeksiyon hastalıklarından ölüm daha az olmaktadır.

Kolesterolü yüksek kişilerde karın içi enfeksiyonlarının daha çabuk iyileştiği gözlemlenmiştir.

Yakın zamanda yapılan bir çalışmaya göre ilaç tedavisine ek olarak kolesterolden zengin diyet uygulanması akciğer tüberkülozlu hastaların balgamlarındaki tbc basilinin daha çabuk temizlendiği saptanmıştır.

D vitamini:
19 yüzyılın sonunda Danimarka’lı doktor Niels Finsen UV ışınlarını deri tüberkülozu tedavisinde başarı ile kullanmış ve 1903 yılında Nobel Tıp Ödülünü kazanmıştır.
Kanda 25(OH) D vitamini düzeyi azaldıkça tüberküloz riski 10 kat artmaktadır.  
D vitamini makrofajları (mikrop yutucu) aktive ederek enfeksiyonlara karşı koruyuculuk sağlar.

Enfeksiyonlardan korunmak için neler yapılmalı?
  • Hijyen kurallarına uyulmalı
  • Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet kullanılmalı
  • Margarin ve sıvı (mısır, soya, ayçiçeği vb) yağların kullanılmamalı, bunların yerine hayvani yağlar ve zeytin yağı yenilmeli
  • Bağırsak florasında bulunan probiyotikleri artırdıkları için bol fermantasyon ürünleri (kefir, turşu, yoğurt, peynir, boza, sirke, tuzlama yiyecekler) tüketilmeli
  • Günde en az 3-5 dakika kültür fizik yapılmalı ve yarım saat yürünmeli
  • Güneşlenilmeli 
  •  Erken yatıp erken kalkılmalı
  • Alkol tüketilmemeli
  • Vitamin-mineral preparatlarını her derde deva olarak görmek son derece yanlıştır. Dengeli ve sağlıklı beslenen kişilerin vitamin-mineral preparatlarını rutin olarak kullanmaları gerekmez. Sağlıklı beslenmeyenlerde ve hastalarda ise hastalığın cinsine göre diyete vitamin(ler) ve/veya mineral(ler) eklenebilir. Bu makalenin yazarı günde 1-2 gram kadar askorbik asit kullanılmasını önermektedir.

Prof. Dr. Ahmet Aydın' ın 7 DEN 70 E TAŞ DEVRİ DİYETİ isimli kitabından alınmıştır.





aynısefa çiçeği

calendula officinalis: dahili olarak ağiz boğaz agrısında , mide ülserinde harici olarak yara iyilesmesinde kullanılır. boğaz agrısında 1...