Friday, November 29, 2019

kanser ve beslenme

Karbonhidrat yönünden beslenme:
Günlük enerjinin %55-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır.
Çay şekeri, bal, reçel gibi basit karbonhidratların tüketimi azaltılmalı; Tam tahıl, kuru baklagil gibi besinlerde bulunan kompleks karbonhidratların tüketimi arttırılmalıdır.

 Protein yönünden beslenme:
 Günlük enerjinin yaklaşık %12-15’i proteinlerden sağlanmalı ve daha kaliteli (hayvansal) protein kaynakları tüketilmelidir.

Yağ yönünden beslenme:
 Günlük kalorinin %25-30’u yağlardan alınmalıdır. Yağda eriyen vitaminlerin (A, D, E, K) vücutta kullanımını sağlamak için enerjinin yağdan gelen oranı %20’nin altına düşmemelidir.
 Zeytin ve balık yağı gibi tekli doymamış yağların diyetteki yağın %10- 15’ini oluşturması önerilir. Ayçiçeği, mısır özü gibi yağlar çoklu doymamış yağlardır ve önerilen miktarı diyetteki yağın %7-8’ ini oluşturması önerilir.
Et, yumurta, peynir, süt, tereyağı vb. besinler doymuş yağlardır ve önerilen tüketim miktarı ise toplam yağın %10’udur.

Vitaminler ve Kanser İlişkisi :

A Vitamini:
Önemli bir antioksidan olup, oksidatif tahriplere karşı DNA’yı ve hücre membranını korur. Karotenoidler, A vitaminin ön maddeleri olup yeşil ve sarı meyve ve sebzelerde bulunurlar. Karotenoidler güçlü antioksidan özelliği taşırlar ve bu özellikleri sayesinde kanserojen maddelerin etkisini azaltarak kanserlerin önlenmesinde etkilidir.

C Vitamini:
İmmun sistem işlevi ile vücut direncini artırırlar. Sebze ve meyvelerde bulunan C vitamini kuşburnu, maydanoz, tere, roka, yeşil biber, karnabahar, çilek, domates ve patateste yüksek miktarda bulunmaktadır.
 Karsinojenik nitrosaminlerin oluşumunu engelleyerek kansere karşı koruyucu rol alırlar.

B Vitamini:
Bağışıklık sisteminin etkinliği için önemlidir. B vitamini yeterli olduğunda vücut direnci arttığından dolayı kansere karşı vücut direncini artırır.

 E Vitamini:
Güçlü bir antioksidandır.
Yağların oksidasyonunu, hücre oksidasyonunu önler ve C vitamini ile birlikte karsinojenik nitrosaminlerin oluşumunu engelleyerek kansere karşı koruyu etki sağlar.
Bitkisel yağlar, yeşil yapraklı sebzeler, kuruyemiş ve kurubaklagil gibi yiyeceklerde bulunmaktadır.

D Vitamini:
Karaciğer, yumurta sarısı, süt ve süt ürünlerinde az miktarda bulunmakla birlikte en iyi kaynağı güneştir. Günlük ihtiyaç tümüyle beslenme ile karşılanamamaktadır.
Vücuda yeterli miktarda alınan D vitamini ve kalsiyum kemik kanseri riskini azaltmaktadır.

Mineraller ve Kanser İlişkisi

Çinko:
Ay çekirdeği, su ürünleri, etler, mantar, yumurta ve kuru baklagiller çinko bakımından zengin besinlerdendir.
 Çinko antioksidan olması ve bazı kanserojenleri bağlaması özelliği ile kansere karşı koruyucu etki sağlar.

Bakır:
Etler, su ürünleri, kuru baklagiller, yağlı tohumlar ve pekmez bakır yönünden en zengin besin kaynaklarıdır.
Diyetle yeterli bakır alımı serbest radikalleri azalttığı için kansere karşı koruyucu etki sağlamaktadır.

Selenyum:
En çok su ürünlerinde ve kepeği ayrışmamış tahıl ürünlerinde bulunmaktadır.
Diyetle yeterli miktarda alımı kanserojenlere karşı koruyucu etki sağlamaktadır.

İyot: En iyi kaynağı iyotlu tuzdur.
İyot yönünden zengin besinler, balıklar ve mantardır. İyot eksikliği veya fazla alımı tiroit bezinde kanser oluşturma riskini arttırabilmektedir.

Demir:
Etler, su ürünleri, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, susam, pekmez, kuru meyveler demirden zengin besinlerdir.
 Demir bazı kimyasal kanserojenlerin etkisini azaltmaktadır.

 Kalsiyum:
Süt, yoğurt, peynir, dondurma, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru baklagiller kalsiyumdan zengin besin kaynaklarıdır.
Kalsiyumun yeterli alınmasının, kemik ve kalın bağırsak kanserine karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır.

Nikel:
Yiyecek, içecek ve solunum yolu ile alınabilmektedir.
Fazla alımı kansere neden olabilmektedir.

Kurşun:
 En önemli kanserojenlerden olup araba egzozları, fabrika atıkları gibi çevre kirliliği ile su ve besinlere geçerek vücuda alınabilmektedirler.

Kadmiyum:
 Fazla alımı kanser oluşumuna neden olmakla birlikte, kirli hava ve fabrika atıklarından, sulara ve besinlere karışarak vücuda alınabilmektedirler.

Arsenik:
Fabrika atıkları; hava, su ve besinlere karışarak vücuda alınırlar.
Ani zehirlenmelere sebep olduğu gibi, az miktarlarda sürekli alımı deri ve akciğer kanser riskini arttırmaktadır.

 Fitokimyasallar ve Kanser İlişkisi

 Bitkisel kaynaklı biyolojik aktif olan bileşiklere fitokimyasallar denilmektedir.
Oksidan radikallerini tutarak, detoksifikasyon (toksinlerden arınma) enzimlerini aktive ederek ve immün sistemi uyararak kansere karşı koruyucu etki sağlamaktadır.

Likopen:
 İnsanlar karotenoit sentezleyemediklerinden dolayı dışarıdan besin olarak almak zorundadırlar.
 En önemli kaynağı domates olup likopen; karpuz, pembe greyfurt, kuşburnu ve papayada bulunur. Likopenler oksidatif strese karşı koruyucu etkisinden dolayı kanser riskini azalmaktadırlar.

Polifenoller:
 Hemen hemen tüm sebze ve meyvelerde bulunmaktadırlar.
Serbest radikalleri bağlama kapasitesi ve demiri indirgeme gücüne bağlı olarak güçlü antioksidanlardır.
 Dolayısıyla kansere karşı koruyucu etkileri bulunmaktadır.
 Fenolik asitler ve flavonoidler olmak üzere ikiye ayrılmaktadırlar.

Fenolik Asitler:
 Üzüm, greyfurt, domates, portakal ve elma suyu fenolik asit kaynakları olmakla birlikte kanserin başlıca nedeni olan serbest radikallere ve diğer reaktif oksijen türlerine karşı güçlü antioksidan etki gösterirler.
Oksidasyona karşı güçlü inhibitör aktiviteye sahiptirler.
Ayrıca fenolik asitlerin bağışıklık sistemlerini güçlendirici etkileri mevcuttur.

 Flavonoidler:
 İnsan vücudunda sentezlenemeyen flavonoidler; meyve, sebze, çay, kakao gibi yiyeceklerde bulunmaktadır.
 Hem antioksidan olarak hem de serbest radikal yakalayıcısı olarak kansere karşı koruyucu işlev görürler.

Allilik Sülfitler:
 Soğan ve sarımsakta bulunmaktadırlar. İmmun sistemi güçlendirerek, karsinojenlerin atımını artırarak ve tümör hücre çoğalmasını baskılayan enzimleri uyararak kansere karşı koruyucu etki göstermektedirler.

Probiyotikler ve Kanser İlişkisi

Probiyotikler; kanserojenlerin inaktivasyonunda, yayılmasında ve özellikle nitrozaminlerin ve safra streollerinin kanser etmeni maddelere dönüşümünün engellenmesinde önemli rol oynamaktadır. Ayrıca probiyotikler, immun sistemi güçlendirerek kanser gelişimine engel olmaktadırlar.
 Bağışıklık sistemi iyice zayıflamış kişiler için probiyotikler patojen olmayan mikroorganizmalar olsalar da tehlikeli olabilmekte, sistemik enfeksiyonlara yol açabilmektedir.

Kanserden Korunmak İçin Neler Yapılabilir?
 • Tahıl grubunun, meyve ve sebze grubunun, et grubunun ve süt ve süt ürünleri grubunun bulunduğu sağlıklı tabak oluşturmalıdır.
• Posadan zengin beslenilmelidir. - Günde en az 5 porsiyon sebze ve meyve tüketilmelidir. - Haftada 2-3 defa kurubaklagil tüketilmelidir. - Her gün tam tahıllı ürünler tüketilmelidir.
• Rafine tahıllar ve saf şeker yerine tam taneli tahıllar tercih edilmelidir.
• Daha az yağ gerektiren pişirme yöntemlerini denenmelidir.
• Nitrit ve nitrat katılmış besinler (salam, sucuk, sosis gibi) tüketilmemelidir.
• Hareketsizlikten kaçınılmalıdır.
• Besinler uygun yerde ve uygun sıcaklıkta saklanmalıdır. - Besin saklamak için üretilmiş kaplarda (boyalı olmayan cam kaplar gibi) besinler saklanmalıdır. - Küf oluşmayacak şekilde, uygun ısıda ve sürede besinler saklanmalıdır.
• Alkol ve sigara tüketilmemelidir.

 Uzm. Dyt. Merve ÖZ
Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi

Gıdaların Bağışıklık Üzerine Olan Etkileri

• Yumurta, süt, balık, ıspanak, portakal, havuç, yeşilbiber, kayısı gibi sarı, turuncu ve yeşil sebze ve meyvelerdeki A vitamini güçlü birer antioksidan.
 Bu besinlerin belirli ölçülerde tüketilmesi hastalıklardan korunmada önemli rol oynar.

 • C vitamini vücuttan zararlı maddelerin atılmasını sağlar ve savunma sistemini güçlendirir. Yeşilbiber, maydanoz, tere, roka, karnabahar, ıspanak, portakal, limon, mandalina, kuşburnu gibi besinler bol C vitamini içerir.
C vitamini kaybını önlemek için salatalar da meyve suları gibi tüketilmeden hemen önce hazırlanmalıdır.

• E vitamininin en önemli özelliği güçlü bir antioksidan olmasıdır.
Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, sıvı yağlar, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller E vitamini zenginidir.

• Balık, balıkyağı, fındık ve cevizde bulunan Omega-3 yağ asitleri güçlü bir antioksidandır ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde etkilidir.
Ayrıca zeytinyağı, fındıkyağı gibi sıvı yağlarda bulunan Omega-9 yağ asitleri de bağışıklık sistemini olumlu etkiler.

• Çinko, yaşamı tehdit eden enfeksiyonların sıklığını azaltır.
 En iyi kaynakları, kırmızı et ve kabuklu deniz ürünleri ile karaciğer gibi hayvansal kaynaklı besinlerdir.

• Kefir ve yoğurt florayı güçlendirerek gastrointestinal sistem enfeksiyonlarına karşı direnç oluşturur. Yoğurt prebiyotiktir, yani probiyotiklerin üremesini arttırır.
 Kefir, probiyotiktir ve tümör oluşumunu engeller.
Ayrıca bol miktarda vitamin sentezi yaparlar. Kefir mikroorganizmalarının ürettiği biyotin diğer B kompleks vitaminlerinin emilimini de arttırır.

• Bal, ağız, boğaz ve bronşlardaki enfeksiyonlarda doğal bir ilaç olarak kullanılır.

• Sarımsağın yapısında bol miktarda su, fruktoz içeren karbonhidratlar, kükürt bileşikleri, protein, lif ve serbest aminoasitler bulunur. Sarımsak ayrıca yüksek miktarda saponin, fosfor, potasyum, kükürt, çinko, orta miktarda selenyum, A ve C vitaminleri ile az miktarda da kalsiyum, magnezyum, sodyum, demir, manganez ve B kompleks vitaminlerini içerir.

 • Karamürverin meyvelerinden hazırlanan ilaçlar üst solunum yolu enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılmaktadır.
 Karamürver, hem bağışıklık sistemini güçlendirici etkiye sahip hem de antiviral etkilidir.

Tükettiğimiz gıdaların doğru seçimi ve koruyucu / tedavi edici bitkiler ile bir çok hastalıkla mücadele edebileceğimiz gerçeğini unutmayarak, uzman hekimlerin doğru tedavi yaklaşımları ve günümüz tıbbının imkanları ile daha sağlıklı bir yaşam sürebiliriz.
Hastalıklardan korunma ve tedavide bitkisel tedavilerin ve gıdaların, kullandığımız ilaçlarla etkileşimleri olabileceği, yani ilaçların istenen etkilerini azaltıp, arttırabileceklerini akıldan çıkarmamalıdır. Bu tedavileri uygulamadan önce mutlaka tedaviyi üstlenen hekime danışılmalı.

 Karamürver, zencefil, adaçayı, karabiber ve melisa yapraklarından yapılan çay bağışıklık sistemini güçlendirir. Mürver bitkisinin içerisindeki flavonoidler ve antosiyaninler antioksidan etkisinin yanı sıra bağışıklık sistemini uyarıcı etki gösterir ve vücudun direncini arttırır.

 Ülkemizde yaygın olan ve oğul otu olarak bilinen ve günlük rahatsızlıklardan özellikle uçuk iyileştirici etkisi için kullanılan Melissa Officinalis sulu özütünün uçuk virüsüne karşı antiviral etkisi 2 klinik araştırma ve 3 in vitro çalışma ile araştırmacılar tarafından kanıtlandı. Herpes Labialis virüsüne karşı antiviral etkisi için klinik araştırma ve sırasıyla HIV, Influenza ve Vaksinia virüslerine karşı in vitro çalışmalar yapılmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda melissa kreminin Herpes simplex lezyonlarında şikayetlerin azaltılmasında ve enfeksiyonların tedavi edilmesinde pozitif sonuçlar verdiği gözlenmiştir.

Adaçayının içerdiği uçucu bileşenlerin, ağız ve boğazda yerleşen enfeksiyon ve iltihaplarda (farenjit, jinjivit gibi) yararlı olduğu biliniyor. Son yıllarda karabiberin içindeki piperidinin santral sinir sistemi üzerinde uyarıcı, ağrı kesici ve ateş düşürücü etkileri de tespit edildi. Ayrıca zeytinyağı, fındıkyağı gibi sıvı yağlarda bulunan Omega-9 yağ asitleri de bağışıklık sistemini olumlu etkiler.



Prof. Dr. Gülçin KANTARCI

Wednesday, October 23, 2019

Alerjiye Karşı Direnç Nasıl Kazanılır?



Evde kullanılan temizlik malzemelerinden, parkelerden, yağlı boyalardan, mobilyalardan buharlaşarak yaşadığı ortamın havasına karışan kimyasallar, insana solunum yoluyla dönen zehirlerdir. Bu nedenle yaşadığınız ortamları sık sık havalandırınız. Özellikle temizlik yapılan günlerde daha çok havalandırınız.


Harnup ile Alerjiye Karşı Direnç Kazanmak
Orta büyüklükteki keçiboynuzundan altı-yedi tanesini önce soğuk su altında yıkayınız. Daha sonra bunları küçük küçük (üç-dört cm uzunluğunda) kırarak, kaynamakta olan yarım litreye yakın suyun içerisine atınız. Kısık ateşte yedi-sekiz dakika kaynatınız. Soğuduktan sonra süzerek suyunu cam şişeye doldurunuz.
Her gün sabah kahvaltı arasında ve akşam yemeğinden önce bir çay bardağı içilir. Yaklaşık yarım litre olarak hazırladığınız keçiboynuzunun haşlanmış suyu üç gün buzdolabında bozulmadan korunabilir. Her üç günde bir, taze olarak hazırlamanız gerekecektir. Hiç ara vermeden bir ay uygulayınız. Yılda iki-üç defa tekrarlanabilir.
 Çekirdekli Siyah Kuru Üzüm ile Alerjiye Karşı Direnç Kazanmak
Alerjiye karşı vücudunuza direnç kazandırmak istiyorsanız, zaman zaman dört-beş gün arka arkaya günde iki kez, aç karnına yirmi-yirmibeş tane siyah kuru üzüm çekirdeğini havanda ezip bekletmeden çiğneyerek tüketiniz. Üzümün çekirdeğini çiğnerken buruk tadını algılamak gerekir. Eğer buruk tadını algılamıyorsanız ya bayat ya da yanlış tür üzümdür.
DOĞRU BİTKİ KULLANIMI!
Tüm bu kürleri kullanırken dikkat edilmesi gereken en önemli husus; bitkinin raf ömrüdür. İkincisi bitkinin doğru zamanda toplanmış olmasıdır. Üçüncüsü ise bitkinin nasıl kurutulmuş olduğudur. Her bitkinin özelliğine göre uygun koşullarda kurutulmuş olması gerekir. Bazı bitkiler gölgede, bazıları güneşte, bazıları ise karanlıkta kurulması gerekir. En önemlisi ise kullanacağınız bitkinin mutlak surette doğru tür olmasıdır. Eğer doğru bitki türü değil ise kürün etkisini büyük oranda azaltmaktadır.

profsaracoglu.com

Thursday, October 3, 2019

ANNE SÜTÜNÜ ARTIRICI BİTKİSEL KÜRLER






Emzirme dönemi annelerin oldukça hassas ve stresli olduğu bir dönemdir. Bu dönemde tüketecekleri besinler süt verimliliğini artırmaktadır.


• Taze beyaz üzüm
• Dereotu
• İncir (taze veya kurutulmuş)
• İncir-havuç
• Taze beyaz dut
• Haşlanmış taze beyaz dut kurusu


Bunların dışında diğer yardımcı kürlerse şunlardır:

• Anason
• Kereviz
• Taze kereviz yaprakları
• Bal kabağı
• Çilek
• Kıvırcık salata
• Sumak
• Rezene çayı
• Tere

Kür 1: Günde iki porsiyon taze beyaz üzüm tüketmek anne sütünü artırıcıdır.
Kür 2 : Sabah-akşam yemeklerden önce tüketeceğiniz dereotu sütünüzün artmasını sağlayacaktır.
Kür 3: Anne sütünü artırmak için haşlanmış kuru incir suyu da içebilirsiniz. Sekiz-dokuz adet kuru inciri yarım litre klorsuz suda en fazla on dakika haşlayınız. İkiye böldüğünüz suyu sabah-akşam olmak üzere günde iki kere tüketiniz.
Kür 4: Yarım litre kaynamakta olan klorsuz suyun içerisine sekiz – dokuz adet kuru inciri ikiye bölüp atınız. Ağzı kapalı olarak kısık ateşte beş dakika kaynatınız. Beşinci dakikadan sonra içerisine bir adet havucu dilimleyip ağzı kapalı olarak kısık ateşte üç dakika daha kaynatınız. Ilıyınca süzünüz. Yirmi bir gün boyunca öğleden önce ve öğleden sonra aç veya tok karnına birer su bardağı içiniz.

ÖNEMLİ: Bu kürler aynı anda uygulanmaz. İncir-havuç kürü hariç, uygulama süresi bir haftadır. Bir haftanın sonunda uygulama bırakılır. Bir hafta uyguladığınız herhangi bir kürden sonra tekrarlama ihtiyacı duyarsanız bu defa başka bir kürü 21 uygulamanızda bir sakınca yoktur. Örneğin, bir hafta taze beyaz üzüm kürü uygulayıp bıraktınız. Daha sonraki bir dönemde yine bir hafta olmak üzere dereotu veya kuru incir kürünü uygulayabilirsiniz.

KAYNAK:  Prof. Dr. İbrahim Adnan SARAÇOĞLU, Bitkisel Kürler Rehberi, Eylül 2008, syf 19-22.

TAVSİYE EDİLEN ÜRÜN GRUBU:

Prof Saracoglu Rezene 20’li Süzen Poşet Bitki Çayı
Prof Saracoglu Çörekotu Yağı 250 mL.
Prof Saracoglu Tahin 340 g.
Prof Saracoglu Dut Pekmezi 370 mL.



Çocuklarda uyku bozuklukları


:
 Gece terörü ve kabus şeklinde görülür.
Gece terörü uykunun nonREM döneminde görülür. Yattiktan ilk 2 saat içinde görülür derin uyku döneminde görülür. Kabus sabaha karşı görülür. Uykunun REM safhasında görülür. Çocuk gördüğü kabusu hatırlar. Kabus gören çocuk sakinleştirilir.  Onunla konuşulur ve rahatlaması sağlanır. Kabus gören çocuktan rüyasını anlatması istenebilir. Eğer korktuğu bir obje varsa çrneğin bir canavar gibi , caanavar diye birsey  yok korkma dememelisir. Seni anlıyorum , çok korkmuşsun ama ben b urda yanındayım, güvendesin deyip güven verilmelidir. Böyle durumlarda onu  iyi hisssetirecek bir oyuncağını verip onunla birlikte uyuması sağlanabilir.
Gece teröründe ise çocuk olayı ertesi sabah hatırlamaz, çünükü o  sırda rüya görüyordur. Bunu ona söylemek endişesini arrtıracaği için söylenmemesi uygundur.

Gece  terörü nedir?
 sıklıkla çocukluk döneminde en sık 3 -7 yaşları arasında görülmektedir. Ergenlik dönemi girilsdiğinde çoğunlukla kendiliğinden düzelir..Sıklığı  çocukluk çağında %1-5 t.r. Gece teröröünde genetik faktörler etkilidir, birinci dereceden akrabalar arasında görülme sıklığı 10 kat fazladır. Yaklaşık 5 dakika sürebilir bazen bu süre 15 dakikayı bulabilir.
Gece terörü sıklıkla uykunun ilk 2 saatlik döneminde görülür. Çocuk korkuyla bağırarak uyanır. Bazen çığlık atabilir. Yatağında oturabilir, bağırabilir, garip sesler çıkartabilir, ani hareketler yapabilir. Bazen evin içinde şuursuzca koşabilir.Çocukta genel bir korku hali vardır. Sıklıkla kalp  hızında artış, terleme, göz bebeklerinde büyüme gibi bulgular görülebilir. Bu sırada çocuk  etrafındakileri tanımaz, gözleri açık olsa  da aslında  uyku halindedir..  Bu durumdaki çocuğu kesinlikle  uyandırmamak gerekir.  Sadece kendine zarar vermemesi için  güvenlik önlemleri alınmalıdır. Odasında  ve evin içinde çocuğa  zarar verebilecek eşyalar bulundurulmamalıdır. Atak sırasında çocuk hafifçe kucaklanabilir  ama sıkıca sarılmamalıdır. Çocuğun hafifçe başı okşanarak  rahatlatılabilir.. Yaklaşık 5 dakika sonra bu tablo bitecek ve çocuk hiç birsey olmamış gibi uymaya devam edecektir. Zaten bu atak sırasında da uykudadır aslında.
 Sıklıkla sabah uyandığında gece yaşadığı bu durumu hatırlayamaz. Bu atak hakkında sabah çocukla konuşmak onun anksiyetini , endişesini artırır, bu yüzden hiç bahsetmemek daha iyidir.
Yaşla birlikte görülme sıklığı azalır ve ergenlikle kendiliğinden kaybolur.
Aşırı yorgunluk, stres, ateş, uykusuzluk gibi faktörler gece terörünü tetikleyebilir.  Anneyle güvenli bağlanma sorunu olan çocuklarda sık görülür. Çocuğu gün içerisinde aşırı bedensel yorgunluktan korumak ve öğlen uykuları faydalı olabilir. Gündüz uzun süre ayakta kalması önlenmeli. Akşam yatış saati geç olmamalı.
Gece terörü çocuğun nonREM uykusundan REM uykusuna geçişi sırasında görülür. Her zaman aynı  saatlerde oluşan düzenli ataklarda çocuğu atak saatinden 15 dakika öne uyandırmak atak oluşmasını önleyebilir.
Düzelmeyen ve 2-3 aydan uzun süre devam eden durumlarda çocuk psikiyatri ya da çocuk noroloji uzmanına danışılması gerekir..

Tuesday, September 24, 2019

çocuklarda bağışıklığı güçlendirmek için önerilen besinler



1- ev yoğurdu, kefir , ayran gibi probiyotikten  zengin gıdalar
2-C vitamini: turunçgiller, kivi, kuşburnu gibi meyveler, maydanoz,
3- omega3 ten zengin balık, semiz otu
4- soğan, sarımsak gibi doğal antibiyotik özeiiliği olan besinler, sarımsağı yağda kavurarak değil de yemeğe çiğ olarak katmak etkisini arttırır.
5- yumurta kaliteli bir protein kaynağıdır.
6-kuruyemişler:  ceviz badem, fındık
7-yulaf :beta glukan ve çinko içerir.
8 -selenyum : antioksidandır:Balık, hindi eti, kuzu ciğeri, yumurta ,ceviz .fındıkta vardır..
9-çinko: ıspanak, yumurta,et, yogurt, süt, ceviz, badem, fındık.
10- Dvit: yağlı balıklar, yumurta sarısı, süt, peynir
11-E vit: zeytin, zeytin yağı, kuruyemişler, yeşil yapraklılar
12- A vit: karoten içeren havuç. trabzon hurması, kuru kayısı, kırmızı turp, kırmızı lahana, pancar.
13- Demir: et, ciğer, kuru üzüm, kuru baklagiller, yumurta, yeşil sebzeler

Saturday, September 21, 2019

ALERJİK COCUK İÇİN ONERİ

orta büyüklükte 6 -7 tane keçiboynuzu güzelce yıkanıp
3-4 cm boyutunda kırılarak
kaynamakta olan 500 cc kaynar suya atıklarak
kısık ateşte 7-8 dakika kaynatılır.
soğuduktan sonra cam şişeye konur ,
bu şekilde 3 gün kalabilir .
3 günde bir taze hazırlanmalı.
sabah ve aksam ac karna bir cay bardağı içilir. 1 ay boyunca kullanılır .
yılda 2-3 defa tekrarlanır.

Friday, September 20, 2019

Alerjik Çocugun Odası


allerjik durumlarda ozellikle akar ve ev tozu alerjisinde evi sık sık havalandırmak,
çocuğun odasında halı ve kilimleri kaldırmak,
sık sık ev tozunu nemli bir bezle almak gerekir.
perdeler de yıkanabilir olmalı, 2 haftada bir 60 derecede yıkanmalıdır.
yatak carsafları ve yastık kılıfları haftada bir değiştirilmeli,60 derece de yıkanmalıdır.
60 derecede akarlar ölür.
bu arada yatakları da hepa filtreli süpürge ile süpürmelidir.
ayda bir akar spreyi ile yatak ve yastık kılıfları spreylenmelidir.

burada fitoterapi bilgilerimiz devreye girsin hemen:)

500 cc su içine,
+ 50 damla karanfil yağı,
+ 50 damla palma roza yağı
damlatılır. bir boş sprey şişesine konur. ayda bir yataklara ve yastıklara sıkılır.

Saturday, September 14, 2019

yeni aşı takvimi 2019

Ev tozu alerjisinden korunma yolları

Ev Tozundan Korunma Önlemleri Şart !

Alerjik solunum yolu hastalıklarının tedavisinde ana hedef hastanın çevresindeki ev tozu akar miktarını en aza indirmektir. Bu yönde ev içinde alınması gereken bir dizi önlem vardır. Bu önlemlerin içinde en önemlisi evden halıların kaldırılmasıdır. Dokuma halılar, ister elde ister fabrikada dokunmuş olsun, ister sentetik isterse yün olsun, ev tozu akarları için önemli bir yaşam alanı oluşturmaktadır. Akarlar bakteri değildir. O nedenle anti-bakteriyel halılar ev tozu akarından korumaz. Halının anti-alerjik olarak tanıtılması da doğru değildir, çünkü halının yapıldığı malzeme değil, halının akarlar için barınma alanı olarak, varlığı sorun teşkil etmektedir.

Ev Tozu Alerjisinde Hava Temizleyiciler Fayda Etmez !

Ev tozu akar parçacıkları ağır olduğundan uzun süre havada asılı kalamazlar. Yerde yürürken havalanır, yürüyen kişinin solunum sistemine ulaşır ve sonra hızla yere geri çökerler. Bu nedenle bu parçacıkların uzaklaştırılmasında hava temizleyiciler fayda sağlamaz. Halıları yerde dururken elektrik süpürgesiyle yıkamak alerjenin uzaklaştırılmasına fayda sağlamadığı gibi bir de halıyı nemlendirerek akarların daha fazla yaşamasına neden olur. Buharlı temizlik robotları yüksek ısıyla akarları öldürür; ancak dışkı parçacıklarını uzaklaştırmada yetersiz kalır.

Ev Tozundan Korunmanın Tek Yolu, Halıları Kaldırmak

Sonuç olarak; ev tozu akarı alerjisi olan çocuk ve yetişkinlerin akarlardan uzak durmalarının tek yolu halıların kaldırılmasıdır. Halı yerine çamaşır makinesinde yıkanabilecek ince örgü kilimler kullanılmalıdır. Kilimler 60 derecede yıkandığında hem ev tozu akarları ölür; hem de akarların dışkı parçacıkları suyla uzaklaştırılmış olur. Altmış derecede yıkanmaya uygun olmayan kilimlerin 40 derecede yıkanması ve hasta odası dışındaki alanlarda kullanılması mümkündür.

Bilinçsizce Ev Havasını Nemlendirmek Doğru Değil !

Ev tozu akarları nemli iklimlerde ürerler. Ev içi nem oranının %50’yi geçmemesinin sağlanması gerekir. Bazı evlerde kalorifer nedeniyle hava çok kuru olabilir. O zaman bir nem ölçer yardımıyla nemin derecesini belirleyip kalorifer peteklerine su koyarak veya buhar aletleri kullanarak ev içi nem artırılabilir. Ancak ev içi havasının nemi %50’den yüksek ise o zaman bu tip nem artırıcı önlemler yerine nemi giderici girişimler söz konusu olacaktır. Bu yönde ev içi havasının nemini alıp suya çeviren nem giderici aletler kullanılabilir.

HEPA Filtreli Elektrik Süpürgeleri Etkili

Ev içinde temizliğin HEPA filtreli özel süpürgelerle yapılması gerekir. Koltukların üzerinin de bu makinelerle alınması ev tozu maruziyetini azaltacaktır. Ev temizliği yapılırken süpürgenin arkasından çıkan havadaki ev tozu akar miktarının ne oranda azaldığı sorgulanıp elektrik süpürgesi öyle satın alınmalıdır.

Yatak Yorgan Yastık İçin Alerji Kılıfı Kullanılmalı

Ev tozu önlemlerine önemli katkıda bulunacak bir diğer girişim de akarları geçirmeyen yatak yastık yorgan kılıflarının kullanılmasıdır. Yapılan çalışmalar akar temasının en fazla yatak yorgan ve yastıktan gece uyku sırasında geliştiğini göstermektedir. Alerji kılıfları yatak, yorgan, yastıktaki akarların kişiye geçişini engellemektedir. Bu kılıflar çok sıkı dokunmuş özel pamuklu kumaşlardan yurtdışında üretilmekte ve ülkemize ithal edilmektedir.


Prof.Dr. Yonca Tabak


Çocuğunuzun beslenmesinde zararlı gıdalar;



        Kakaolu tüm gıdaları (Çikolata, gofret, kakaolu bisküvi, kakaolu pasta, kakaolu fındık            ezmesi, kakaolu süt, kakaolu kahvaltılık gevrekler, kahve, buzlu çay, kolalı içecekler)

  • Çiğ sarımsak, soğan (Sarımsaklı yoğurt, kısır, mercimek köftesi vb) 

  • Acı ve baharat (Sucuk, cips, çiğ köfte)

  • Kızartma patates, ketçap, mayonez, hamburger, pizza, lahmacun gibi fastfood gıdalar

  • Pastaneden alınmış, açma, poğaça, kek, pasta vb gıdalar

  • Paketli hazır kek, çubuk kraker

  • Gece yatmadan önceki 2 saat içinde tüketilen, süt, meyve veya herhangi bir gıda.
Bu gıdaların yerine evde hazırlayacağınız alternatif sağlıklı menüler hazırlayarak çocuğunuzun beslenme alışkanlığını değiştirebilirsiniz.

Prof. Dr. Yonca Tabak

Tuesday, August 27, 2019

diş çıkarma

bebeklerde diş çıkarma döneminde kullanılan fitoterapötikler:

Tıbbi papatyanın çayı yapılabilir ve bu çay dondurulup; müslin bezin içine koyulup kemirmesine izin verilebilir.

Tıbbi papatya hidrozolü ile masaj yapılabilir

Tıbbi papatya esansiyel yağı badem yağı ile dilüe edilip 20 ml ye 1 damla konularak masaj şeklinde kullanılabilir.

iş çıkarma sırasında esansiyel yağlardan biri olarak karanfil yağı önerilmesine rağmen kullanılmamalıdır. karanfil (syzygium aromaticum) esansiyel yağının içerisindeki Beta karyofilen isimli metabolit lokal anestezik etki gösterir. Ancak genel anlamda 2 yaş altında çocuklarda ve bebeklede kullanılması önerilmemektedir.
karanfil yağının oral alımı sonucu karaciğer yetmezliği bildirimi mevcuttur.

pediatrist/fitoterapist

öksürük çayı

çocuklar için öksürük çayı:
  • 1 elma kabuğunu biraz kalın soyun, ortada çekirdeklerini içeren koçanı da alın
  • 1 çubuk tarçın
  • 1 -2 dilim taze zencefil / ya da 1 cay kaşığı toz zencefil,
  • 2 adet karanfil
  • 1 tutam ihlamur
bu karışım 3 dakika kaynatılır, ocağın altı kapalı 3 dakika demlenir, yarım limon suyu eklenir,
soğumaya yakın bir 1 tatlı kasığı bal koyup içirilir.

Prof. Dr. Hilal Mocan Hocamızın tarifi

Wednesday, July 10, 2019

D vitamini hakkında

D vit sentezi için UVB gereklidir. D vit Ca metabolizması için gereklidir. Ca un vücutta efektif olması için K vit.e de ihtiyac vardır. K vit barsak mikrobiyatası tarafından sentezlenir, bu yüzden barsak floramızı korumalıyız. aşırı unlu, şekerli besinler, antibiyotikler florayı bozar.
bir de yazın havuzda klorlu havuz suyunu yutulması florayı bozar.!!
K vit. yeşilliklerde ( ıspanak, maydanoz, kara lahana , brokoli vs..) yeşil fasulye,havuç, üzüm, erik kurusunda bulunur.. yağda erir

çocuklarda baş ağrısı

çocuklarda ve ergenlerde baş ağrısının en sık nedeni migren ve gerilim tipi baş ağrısıdır.
MİGREN: zonklayıcı veya baskı yapıcı tarzdadır.
Atak esnasında çocuk huzursuzdur ve normal aktivitesini kaybeder. Bulantı, kusma, karın ağrısı eşlik edebilir. ışıktan ve sesten rahatsız olur.
genelde 1 saatten kısa sürer.
Emosyonel stress, kan şekeri düşüklüğü(hipoglisemi) , uykusuzluk, yorgunluk kolaylaştırıcı faktörlerdir.
Peynir, çikolata, kola, kafeini içecekler, kuruyemiş migren atağını kolaylaştırır.

baş ağrısının özelliği sorgulanmalıdır: yakın zamanda  başlamış , sıklık ve şiddeti giderek artan, uykudan uyandıran, ense bölgesinde ve tek taraflı, kusma varsa, öküsürükle artıyorsa, pozisyonla ağrının şiddeti değişiyorsa ve çocuk 6 yaş altı ise yer kaplayıcı lezyon düşünülmelidir.

< 6 yaş akut ve şiddetli baş ağrısında MR istenmelidir.

Wednesday, May 29, 2019

Prebiotik kaynakları nelerdir

Yemeklerin iyi pişirilmesi çoğunlukla prebiotik özelliği ortadan kaldırır. Bu nedenle mümkün olduğunca besinler ile çiğ alınması salık verilir. Şişkinlik yapıyorsa miktar azaltılabilir veya probiotik ile birlikte alınır. İlaç şeklinde sentetik prebiotik almak yerine besinler ile alınması daha iyidir.
Şimdi prebiotik içeren besin listesini verelim:
Sarımsak: İyi bir prebiotik kaynağıdır. Yalnız pişirilirse liflerin çoğu şekere dönüşür ve etkisizleşir.
Muz: Diğerleri kadar çok lif içermez. Ancak sindirimi kolaydır.
Yeşil, ham muz: Sindirime dirençli nişasta içerir. İyi bir prebiotiktir.
Hindiba kökü: Oldukça iyi bir prebiotik kaynağıdır. Hindiba kökü kurutularak tozu elde edilir. Pişirilirse içindeki inulinlerin çoğu şekere dönüşür. İnulin mide problemlerine yol açabildiği için pek çok kahve üreticisi inulin düzeyini minumumda tutma eğilimindedir.
Kuşkonmaz: En büyük prebiotik kaynağıdır.
Akasya sakızı: Bugün besin sanayide % 80 oranında stabilizatör olarak kullanılan prebiotiktir.
Enginar: Enginarın çiğ yenmesi mümkün değildir. Eğer tuzlu su da bekletilirse prebiotikleri pişme sırasında korunur.
Pırasa: Sarımsak % 17, soğan % 9, pırasa ise %12 oranında prebiotik içerir.
Soğan: İyi bir prebiotik kaynağıdır. Ancak diğer prebiotik kaynakları gibi pişirilirse şekere dönüşür.
Kepekli tahıllar: İyi bir lif içeriğine sahiptir. Tahıl ekmeği sindirime dirençli nişasta ve b-glukan içerir.
Baklagiller: Özellikle beyaz fasülye iyi bir prebiotik kaynağıdır. Eğer şişkinlik yapıyorsa ya az yenilmeli, yada bir probiotik (turşu) ile birlikte yenilmelidir.
Kök bitkileri: Tatlı patates, kabak, pancar, havuç, şalgam, lahana, karnıbahar
Elma sirkesi: Doğal elma sirkesi (market sirkesi değil) çok iyi bir prebiotik kaynağıdır.
Meyvalar: Avakoda, elma, kivi

Doç.Dr.Hasan Önal

D VİTAMİNİ HAKKINDA GÜNCEL BİLGİLER

Vücudumuza giren D vitamininin ancak %10’u yiyecekler   (yumurta, sakatat, balık, hayvansal yağlar ) ile alınır.

Piyasadan alınan preparatlardaki D vitamini ile deride sentezlenen D vitamini bire bir aynı değildir. 
D vitamini deride güneş ışının enerjisi ile sülfatla bağlanır (sülfatlı D vitamini) ve bu haliyle D vitamini suda çözünür .

Suda çözünebilen D vitamini tüm hücrelere kolayca girebildiği için etkisi yağda çözünen D vitaminine göre daha fazladır.
 Halbuki ağızdan preparat olarak aldığımız D vitaminleri sülfatsızdır, yağda erirler. Sülfatsız D3 vitamini yağda eridiğinden kan dolaşımında serbestçe dolaşamaz. Dolaşabilmesi için LDL-kolesterole ihtiyacı vardır.

Sülfatlı D3 vitamini kalsiyum taşınmasında fazla görev almaz. Buna karşılık kanserden korunmada,  immun sistemi güçlendirme depresyon ve kardiyovasküler hastalıktan korunmada rolü olan sülfatlı vitamin formudur. Sülfatsız D vitaminin bu tarzda etkileri yoktur.
Anne ve inek  sütünde bulunan D vitamini sülfatlıdır. Fakat inek sütündeki D vitamini pastörizasyon ve UHT uygulaması ile tahrip olur.

D vitamini güneşten gelen morötesi (UV) ışınlarının etkisi ile deride sentezlenir.

UVB, UVA’ya göre daha kısa dalga boyuna sahiptir. 

UVB’nin dağılmadan hedefe ulaşabilmesi için açık bir havada atmosfere dik açıyla gelmesi (öğlen saatleri) ve başka bir fiziksel etkenle karşılaşmaması gerekir. Yani en iyi D vitamini sentezi öğle vakitlerinde olur.


UVA ve UVB’nin D vitamini sentezi üzerine olan etkileri birbirinin zıttıdır. UVB derimize temas ettiğinde kolesterolden D vit öncüsü olan kolekalsiferolü sentezlettirir.
 UVA ise tam tersine deride sentezlenen kolekalsiferolü parçalar, yani bir anlamda D vit sentezini bozar. Yani “aman! sakın ışınların dik geldiği öğlen saatlerinde güneşlenmeyin” tavsiyesine uyarak güneşin nispeten yatık geldiği saatlerde güneşlenirseniz aslında çoğunlukla UVA ışınlarına maruz kalıp bronzlaşırsınız ama sentezlenen D vitaminini de parçalanarak etkisiz hale gelir.
Fazla miktarda UVA ışınlarına maruz kalanlarda deri kanseri olasılığı artar. Bu nedenle zamanlama önemlidir. 
Eğer öğle saatlerinde değil de daha önceleri ya da daha sonraları güneşlenilirse, fazla bile güneşlenilmiş olsa D vitamini seviyeleri düşük olabilir . 
Özetle güneşin dik geldiği öğle saatlerinde yani gölgenizin boyunuzdan daha kısa olduğu saatlerde güneşlenin.
UV-A ciltteki melanin hücrelerini uyararak bronzlaşmayı artırır, fakat aynı zamanda ve cilt yaşlanmasını da artırır. Bronzlaşma UV-B ışınları engelleyerek D vitamini sentezini de azaltır. Bronzlaşma bu nedenle D vitamini sentezinin aşırı olmasını da engeller. 
Yani aşırı güneşlenme D vitamini zehirlenmesi de yapamaz. UVB ışınları ise fazla pigmentasyon yapmaz.

Uygun şekilde güneşlenildiğinde ciltte sentezlenen kolekalsiferol, yağ bezlerinin salgıları ile cildin yüzeyine doğru çıkar ve 48 saat içinde yeniden ciltten emilerek kana geçer. 
Henüz ciltten emilmeden önce şampuan ya da sabunla yıkanıp vücuttan uzaklaştırıldı ise D vitamini sentezi olmaz. 
Ayrıca sıcak su da o deri yağlarını yok eder. 
Bu yüzden güneşlendikten sonra özellikle yüz, kol, omuz ve bacak gibi güneş gören bölgeleri sabunlamayınız ve nispeten ılık suyla duş alınız.

Uygun şekilde güneşlenildiğinde ciltte sentezlenen kolekalsiferol, yağ bezlerinin salgıları ile cildin yüzeyine doğru çıkar ve 48 saat içinde yeniden ciltten emilerek kana geçer. Henüz ciltten emilmeden önce şampuan ya da sabunla yıkanıp vücuttan uzaklaştırıldı ise D vitamini sentezi olmaz. Ayrıca sıcak su da o deri yağlarını yok eder. 
 Bu yüzden güneşlendikten sonra özellikle yüz, kol, omuz ve bacak gibi güneş gören bölgeleri sabunlamayınız ve nispeten ılık suyla duş alınız.

Maalesef güneş yağları D vitamini sentezinden sorumlu olan UVB ışınlarını engellerler. Buna karşılık güneş yağları ise UVA’nın deriye geçişini engellemezler. 
 UVA cilt kanserine yol açarken, UVB cilt kanserini önleyen ve D vitamini sentezleyen etkiye sahiptir. 
Güneş yağları ise  UVA’yı geçirir,  UVB’yi engeller. 

Üstelik söz konusu güneş kremini cildinizden çıkarmak için banyoda keselenmek zorunda kaldığınızdan az miktarda kazandığınız D vitamini de heba olup gitmektedir.

Güneş yağları kanser olasılığını artırabilir mi?
Kamuoyu yıllardan beri güneş yağlarının deri kanserini önlediğini sanıyor. Faktör sayısı arttıkça korunmanın da arttığı iddia ediliyor. 
Doğru , güneş yağları güneş yanığını önler, fakat birçoğu deri kanserlerini önlemeyebilir; hatta çeşitli kanserlere de sebep olabilir. 
Çünkü birçok güneş yağı deri kanserine neden olan UVA’yı önlemez.
 Fakat D vitamini sentezi yapan UVB’yi önler. 
Daha uzun dalga boylu olan UVA derinin derinliklerine kadar girer; UVB ise derinin yüzeyinde kalır.
Güneş yağlarının içinde bulunan maddeler kanser yapabilir mi?
Tablo 5. Güneş yağlarında bulunan başlıca maddeler
  • Para Amino Benzoik Asit (PABA)
  • Avobenzon
  • Sinoksat
  • Dioksibenzon
  • Homosalat
  • Mentil antranilat
  • Oktosirilen
  • Oktometoksiinnamat
  • Benzofenon
  •  Oktil salisilat
  • Oksibenzon
  • Padimat O
  • Fenilbenzimidazol
  • Sulisobenzon
  • Titanium dioksid
  • Trolamin salisilat
  • Çinko oksit
  • Retinil palmitat
Bu maddelerin (Tablo 5) deri üzerinde kaldığı ve güvenli olduğu iddia edilmektedirler. Fakat yapılan bir çalışmada bu maddelerin deri yüzeyinde kalmadığı, bütün deri tabakalarına geçtiği gösterilmiştir .
Bu maddelerin bazılarının uzun vadede kanser yapıcı bir etkisinin olmadığını söylemek bugün için mümkün değildir . Nitekim güneş yağlarında bulunan oksibenzon, benzofenon, oktosrilen ve oktometoksisinnamat gibi kimyasalların habis melanom riskini artırabileceği saptanmıştır.
FDA güneş yağlarının %40’ında bulunan retinil palmitatın (bir A vitamini formu) deri hasarını artırarak kanser riskini artırabildiğini belirtmektedir .  
Paraben adı verilen kimyasallar, ürünlerin raf ömrünü uzatmaktadır. Dolayısıyla güneş koruyucuların içinde de yaygın bir şekilde bulunuyorlar. Parabenlerin uzun süreli etkileri bilinmemektedir. Kanser riskini arttırdıkları yönünde yoğun tartışmalar vardır.
Mineralli güneş koruyucular
Fiziksel koruma sağlayan bu koruyucuları deri emmiyor. Cildinizin üzerinde, örtü gibi beyaz kireç gibi bir tabaka oluşturuyorlar. Bu tabaka, güneş ışınlarını bir ayna gibi geri yansıtmaktadır. Yani aslında bir tişört giymeden çok bir farkı yok. Mineralli güneş koruyucuların zararlı olduğuna dair henüz bir iddia yoktur. Ama çocuklarımızın cildine süreceğimiz her şeye, tedbirle yaklaşmak gerekmektedir. 
Zeytinyağı ise korkusuzca kullanılabilir.
Korunma
Güneşe çıkarken, ensenizi kapatacak, suratınızı tamamen gölgeleyecek bir şapka takın. Kısa şort yerine, mümkün olduğu durumlarda, ince, uzun, açık renk bir  pantolonu ya da uzun kollu ince bir tişörtü tercih edin. Plaj gibi güneş koruyucunun kaçınılmaz olduğu durumlarda, mineralli koruyucular kullanın.
Kimyasal koruyucu kullanmak zorunda kaldığınız durumlarda, çocuğunuzun vücudunun mümkün olduğu kadar küçük bir kısmına sürün. Mesela iyi bir şapka takıyorsa, suratına a sürmeyin. Kumda oynarken kısa kollu tişört giydirin, sadece kollarına sürün.
Kimyasal koruyucu kullanmak zorunda kalırsanız, düşük faktörlü kullanın. 20 faktörle 50 faktör arasında sadece yüzde 3’lük bir koruma farkı var. Ama 50 faktör kullandığınızda, çok daha fazla kimyasala maruz kalıyorsunuz.
Doç.Dr. Hasan Önal dan ( izniyle ) alıntıdır.
www.beslenmebulteni.com






Temizlikte kullanabileceğimiz doğal ürünler


Dezenfektanlar

Dezenfekte edici temizlik maddeleri, solunursa tehlikeli olacak birtakım uçucu kimyasallar içerirler. Dezenfektanlarda bulunabilecek diğer maddeler ise fenol, etanol, formaldehit, amonyak ve klordur. Bunlar yerine;
* 4 litre sıcak suya yarım bardak boraks karıştırarak dezenfekte etmek istediğiniz yüzeye uygulayın. Bu karışım, Temiz Su Vakfı tarafından Kaliforniya Hastanesi’nde bir yıl süreyle denenmiş ve tüm hijyenik gereklilikler sağlanmış.
 Bu karışıma, antiseptik özellikleri bulunan kekik, okaliptüs, biberiye, adaçayı (antimantari), lavanta bitkilerinin yapraklarını da katabilirsiniz. Bu bitki yağlarından herhangi birinden ya da teatree oil/hint defnesi yağından (antiseptik, antifungal) 2 tatlı kaşığı alıp 2 bardak suya kattıktan sonra pompalı bir spreyle uygulayabilirsiniz. Bu yolla evinizin hoş kokmasını sağlamış olursunuz. Ayrıca birçok yüzeydeki çatlak ve kuytu yerlere sodyumbikarbonat serpiştirip nemli bir süngerle de silebilirsiniz.
*Banyo yerlerini temizlemek için; 
4 litre sıcak suya 1 çorba kaşığı karbonat, 1 tatlı kaşığı boraks, iki kaşık çamaşır sodası, yağ parçalayıcı özelliğinden dolayı yarım bardak sirke ve yeterince arapsabunu ekleyin. İyice karıştırıp yerlere fırçayla uygulayın. Temiz suyla ıslatılmış yumuşak bir bezle durulayın. Bu karışım tuvalet çevresini de kokudan arındırıp dezenfekte ederek temizler. Artanını tuvalete boşaltıp birkaç dakika bekletebilir ve fırçalayıp rezervuarı çekebilirsiniz.
Mutfak yerlerini temizlemek için; yeterince arapsabunu ile yarım bardak sirkeyi 8 litre ılık suda karıştırın. Sabunu aktif hale getirmek için iyice karıştırın. Muşambalar için sirkeyi kullanmadan yukarıdaki tarifi uygulayabilirsiniz.

Fırın temizleyiciler

Fırın temizleyicilerde çeşitli zehirli maddeler bulunmakla birlikte en büyük tehlikeyi deriyi yakıp geçebilen asit ile gözler ve ciğerler için son derece tahriş edici olan amonyak oluşturur. Sprey tüplerindeki fırın temizleyicileri ise minik asit ve amonyak damlacıklarını kolayca solunabilecek, cilde ve gözlere temas edebilecek formda havaya dağıttıkları için tehlikelidir.
Bunlar yerine;
*1 bardak karbonat ile 4 kaşık çamaşır sodasını karıştırın. Fırının tabanına bolca su serpin, sonra da kiri toz halindeki karışımla kaplayın ve üzerine biraz daha su serpin. Gece boyunca öyle beklesin. Sabah, eski bir sünger ya da plastik sürtme teli ile kir ve yağları ovarak silin. Daha sonra süngere biraz arapsabunu koyup fırının kenarlarını, üstünü ve kapağının içini temizleyin, sabunundan iyice arındırmak için de ıslak bezle silin. Çok kötü lekeler metal sürtme teli kullanmanızı gerektirebilir.
* Mikrodalga fırın için; 1 fincan karbonatı su ile karıştırarak bir macun yapın. Fırının kapağını ve içini sünger üzerine koyduğunuz bu karışımla temizleyin. Sonra da iyice durulayın. (Fırın ılıkken döküntülerin üzerine tuz serpip 2 yemek kaşığı sodyum bikarbonat ve 1 bardak sıcak su ile bulamaç yapıp, bununla temizliğinizi yapabilirsiniz. Temizlikte metal olmayan sert, kalın kıllı bir fırça da faydalı olabilir.)

Bulaşık deterjanları

Piyasada satılan bulaşık deterjanlarının çoğunda yüksek düzeyde fosfat ve klor bulunur. Yanlışlıkla yutulursa çok önemli sağlık sorunlarına yol açar. Bu nedenle bulaşıklarınızın çok iyi durulanması gerekir. Düşük düzeyde klor gazları tehlikesiz kabul edilse de bulaşık yıkama süreci boyunca, küçük miktarlarda dışarı verilen klorun etkisiyle oluşan solunum zorluğu, göz yanması, yorgunluk, baş ağrısı gibi semptomlara yol açabilir. Bunun yanında klor, kanalizasyon sistemine karıştığında organiklerle birleşerek son derece tehlikeli bir kimyasal madde olarak bilinen trihalometanı meydana getirir. Klor aynı zamanda kanalizasyon sistemindeki maddeleri parçalama fonksiyonu olan yararlı bakteri ve mikroorganizmaları da çabucak öldürür. Bulaşıklar için kullanılan deterjanların da ana maddeleri petrol kaynaklı ve bu sebeple bakterilerce ayrıştırılıp doğaya tekrar kazandırılamıyor, genellikle de çeşitli kimyasal katkı maddeleri, sentetik esanslar, kokular ve renklendiriliciler içeriyor.
Bunların yerine bulaşık makinasında eşit miktarlarda boraks ve çamaşır sodası kullanabilirsiniz. Ağır lekeler için soda miktarını artırınız.
* Parlatıcı haznesine biraz beyaz sirke (elma sirkesi) ekleyerek bulaşık makinesinin içini temiz tutabilirsiniz.

Elde bulaşık yıkarken;
* Formulünde klor olmayan fosfor ve fosfatsız sıvı deterjanları kullanın ya da bir kalıp saf sabunu tavaya rendeleyerek üzerini örtecek kadar su ekleyin ve hafif ateşte eriyinceye kadar pişirin. Uygun bir kaba döküp, sıvı deterjanları kullandığınız gibi kullanın.
*Sıvı sabun veya arapsabunlu suya sirke katarak, bulaşıkta kullanabilirsiniz.
* Yanmış tencere/tavalarınızı tuzlu veya içinde patetes kabukları olan suda bir gece beklettikten sonra, kaynatıp temizleyebilirsiniz.
* Yanmış çaydanlıklarınız için, 1 çay kaşığı karbonat, 1 çay kaşığı tuz, yarım bardak sirke ve biraz suyu karıştırıp çaydanlığın içinde kaynatın.
Buzdolabı
* Kokuları çekmesi için hem buzdolabı hem de dondurucu bölümlerinde birer kutu karbonat bulundurun.
* Ayda bir kez buzdolabını durdurup tüm yiyecekleri dışarı çıkarın. 1 fincan karbonat ve yeterince arap sabununu, 4 lt sıcak suda karıştırın. Kutu ve tepsiler dahil tüm yüzeyleri bu karışımla temizleyip yarım bardak sirke karıştırılmış sıcak suyla durulayın.

Çamaşır deterjanları

Çamaşır ürünlerinin çoğu doğal ortamda ayrıştırılıp geri kazanılmayan malzemeler; fenol, amonyak, naftalin ve diğer zararlı kimyasal maddeleri içerirler.
* Mümkünse fosfat içermeyen deterjanları tercih edin veya toz sabun kullanın. Toz sabuna geçmeden önce çamaşırlarınızı bir kez sadece çamaşır sodası ile yıkayın. Bu yolla deterjan kalıntılarının sabun ile reaksiyona girip çamaşırlarınızı sarartma riskini ortadan kaldırmış olursunuz. Çamaşır sodasını sabunla beraber kullanırsanız çamaşırlarınızda hem parlaklık hem de ağartıcılara ödediğiniz paranın daha azını harcayarak beyazlık sağlarsınız.
* Fosfatsız deterjanları, koku gidermek, mikrop öldürmek ve beyazlatmak için 2 kaşık boraks ve 4 kaşık çamaşır sodası ekleyerek kullanabilirsiniz. Çalkalama aşaması için yarım bardak sirke ilave ederek hem renklerin canlı kalmasını, hem de havlularınızın yumuşamasını sağlayabilirsiniz. Yumuşatıcı gözüne yarım bardak sirke koyarak, deterjan kalıntılarını giderip suyu yumuşatmanız mümkün.
* Klorlu ağartıcılara alternatif olarak sıvı hidrojen peroksitten yapılmış beyazlatıcılar ya da toz halinde hidrojen peroksit kullanabilirsiniz.

Tuvalet ve su giderleri
* Yarım bardak karbonat ile yarım bardak sirkeyi tuvalete dökün. Fokurdama yaratan bu kimyasal reaksiyon sonunda tuvaletiniz kokulardan arınmış ve temizlenmiş olacaktır. Yine fırçaladıktan sonra üzerine bir kova kaynar su döküp sifonu çekin.
* 2 kaşık boraks, 1 fincan sirke ve 500 ml sıcak su ile hazırladığınız karışımı, tuvalet çevresi ve diğer yüzeylerdeki mikropları öldürmek için püskürterek kullanabilirsiniz.
Lavabo ve tuvalet açıcıların ana maddesi, cildi eritip geçebilecek özellikte aşındırıcı bir madde olan asittir. Yanlışlıkla yutulursa iç dokuları yakarak özafagus, mide ve bağırsak sistemine zarar verir.
Bunlar yerine;
* Öncelikle lavabo pompası ya da tesisatçı kılavuzu kullanın. Uygunsa lavabonun altını sökerek temizleyin. Mekanik çözümler daima kimyasal çözümlerden üstündür.
* Tıkanmış olan gidere, yarım bardak karbonat ve yarım bardak sirke döküp 15 dakika bekletin. Daha sonra sıcak su dolu bir çaydanlığı gidere boşaltın.
www.beslenmebulteni.com dan alıntı

aynısefa çiçeği

calendula officinalis: dahili olarak ağiz boğaz agrısında , mide ülserinde harici olarak yara iyilesmesinde kullanılır. boğaz agrısında 1...